16 Aralık 2016 Cuma

BİR DOKTOR KANSER OLURSA!

"Endoskopik olarak yapılan dördüncü nazal polipektomi ameliyatımdan sonra KBB doktorum arayarak patolojiden bildirilen sonucun iyi olmadığını, konunun önemli olduğunu ve daha iyi bir patoloji laboratuvarında! tekrar değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Ben olayın şokunu atlatamadan, kliniğimizin uzmanları hemen parçaları çok iyi bilinen bir patoloji laboratuvarına götürmüşlerdi bile. Olası iyi bir sonuç beklentisi ile geçen üç günün sonunda e-posta ile gelen patoloji raporu gerçeği yüzüme çarptı: Sol nazal kavitede invaziv skuamöz hücreli karsinom; orta derecede diferansiye.
Önce klinikten uzaklaşıp bir kafeye gittim tek başıma. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım uzun bir süre. Beynimin içinde uğuldayan “bu andan sonrası yok” düşüncesi sağlıklı karar vermemi engelliyor ve gözümün önüne sürekli olarak bugüne kadar yaşadığım hayat geliyordu. Kırk yıllık hekimdim. Anatomi, patolojik anatomi okumuştum ve oradan edindiğim bilgiler sonumun pek hayırlı olmayacağını söylüyordu.
Soru: Bir doktor olarak ben bu kadar yıkıldıysam, normal bir vatandaş böyle bir tanı ile yüzyüze geldiğinde neler yaşar acaba?
Doktorluk refleksi ile hemen ağ ortamına girip bu konudaki bilgileri araştırmaya başladım. Tüylerim diken diken olarak okuduğum pek çok yazıdan özetlediğim bilgiler şöyle : “Sinonazal tümörler tüm habis tümörlerin % 1’den azını oluştururlarmış. Bu habis tümörlerin % 70-80’i skuamöz hücreli karsinom olup kaynaklandığı yer de, sıklık sırasiyle maksiller sinüs (% 50-70), nazal kavite (% 15-30) ve etmoid sinüsler (% 10-20) imiş. Skuamöz hücreli karsinomların tedavisinde cerrahi spektrum basit endoskopik eksizyondan orbital ekzantarasyon, radikal maksillektomi ve kraniyofasiyal rezeksiyona kadar uzanıyor. Cerrahinin tipi tümörün yayılımına ve tutulan yapılara göre belirleniyor. Tedavide, radyoterapi cerrahiden önce de sonra da uygulanabiliyor. Sıralamada bazı değişiklikler olsa da radyoterapi + cerrahiyi içeren kombine tedavi en iyi sağkalımı sağlıyor. Skuamöz hücreli karsinomlarda kemoterapinin yerinin tartışmalı olduğu söyleniyor. Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi kullanımına rağmen sonuçlar, özellikle de ilerlemiş lezyonlarda yüz güldürücü sonuç vermiyormuş. Bir yazara göre, 1980’den 2003 yılına kadar yirmiden fazla hastayı kapsayan serilere bakıldığında, radyoterapi için 5 yıllık sağkalım % 0-39 (ortalama % 23), cerrahi + radyoterapi için sağkalım % 35-64 (ortalama % 44) olarak bulunmuş. Ancak, geç tanı hastalarda tedavilerin başarı oranını düşürmektedir.”
Ben bu ruhsal fırtınaları yaşarken klinik arkadaşlarım İstanbul’un büyük üniversite hastanelerinden birindeki KBB onkolojisi ile uğraşan bir doktordan randevu almışlar bile. MRG tetkiki yaptırıp doktora gittim. Doktorum filmlere baktı, kısaca endoskop ile muayene etti, ameliyat olmam gerektiğini ve ertesi günü beni tümör konseyine çıkaracağını söyledi. Ertesi günü konseyin yapıldığı yere gittiğimde bir kez daha yıkıldım. Kapıda sıra bekleyenler ya trakeostomili ya ağzı-burnu ameliyatlı ya da felçli ve bedbin yüzlü insanlardı. İçeri çağrıldığımda orada bulunan hiç bir doktor bırakın geçmiş olsun demeyi, yüzüme dahi bakmadı. Doktorum filmleri negatoskopa yerleştirdi, herkes büyük bir dikkatle onları izledi ve ameliyatın ne derece radikal yapılacağı konusunda karar verdiler. En son olarak da radyasyon onkoloğu olduğunu sandığım hoca, o bölgeye radyasyon verebileceğini, ama gözün zarar görme şansının yüksek olduğunu söyledi. Hakkımda bu kararlar alınıp, elime anestezi muayene kağıdı tutuşturulana kadar donmuş bir şekilde olanları izliyordum. Son bir gayretle kuruyan boğazımdan hırıltı şeklinde çıkan sesle doktoruma bu radikal girişimin 5 yıllık sağkalıma ne kadar etkisi olabileceğini sordum. Filmlerimi elime sıkıştırıp, diğer hastayı çağırırken yaklaşık % 40-45 dedi.
Soru: Bırakın kanser olmasını, her hangi bir hastaya yukarıda belirttiğim şekilde davranıldığında o kişinin neler hissettiğini düşünen kaç doktor vardır?
Patoloji raporumu aldıktan sonraki dört gün içinde yaşadıklarımı kısaca özetlemeye çalıştım. Zaten başıma gelenlerin şokunu yaşarken, bir de hastalanan doktor olarak ne kadar değersiz olduğumu düşünüyordum. Oysa onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu değil midir?
Ertesi gün, büyük özel bir sağlık kuruluşunda KBB onkolojisi ile uğraşan bir diğer doktora muayeneye gittim. KBB doktoru ve radyasyon onkoloğu yapabileceklerini ve olası sonuçlarını etraflıca anlattılar. Bana seçenekler sundular, hangi tedavinin ne gibi etkileri olabileceğini, başarının olabileceğini de olamayabileceğini de açık açık izah ettiler. Sonuçta, 33 seans radyoterapi ve adjuvan tedavi olarak da 6 seans kemoterapi uygulanmasına birlikte karar verdik. Altını çizerek söylüyorum; ne şekilde tedavi alacağım kararına ben de katıldım. Yani, kaderim yine benim ellerimde idi ve kendim için verilen karar benim de katıldığım bir karardı. Onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu sözü gerçekleşmişti nihayet.

Soru: Sağlık sektöründe kurumlar arasındaki farkın siyahla beyaz arasındaki kadar keskin olduğunu herkes biliyor, ama doktorlar arasındaki farkın da bu kadar keskin olduğunu kaç kişi biliyor?
Uzun, upuzun bir tedavi süreci. Radyoterapi, masum gibi görünse de, insanı oldukça yoran, bazı duyularını ortadan kaldıran oldukça zor bir tedavi. Haftada bir kez verilen o hafif denen kemoterapi insanı üç gün elden ayaktan düşürüyor. İştah bozuluyor, sürekli bir bulantı, ağızda tat yokluğu vs. Bunların yanında, kan değerlerinin düşmemesi için iyi beslenmek de gerekiyor. Tam bir paradoks. Tüm bunlara dayanabilmeyi sağlayan bir tek güç var: Umut! Bu yan etkiler geçecek, tümör de gidecek, iyi olacağım… Bu arada tribündekilerin tezahüratlarını unutmamak gerekir. Arayan tüm yakınlarım, dostlarım güçlü olduğumu, iyi bir insan olduğumu ve Allah’ın izniyle bu illeti yeneceğimi söylüyorlardı sürekli olarak. Doğaldır ki bu insanlar başka ne diyebilirler?
Soru: Hastaya, hele de bir kanser hastasına, üstüne üstlük doktor olan bir kanser hastasına nasıl geçmiş olsun diyebileceğinizi hiç düşündünüz mü?
Yüreklendirmeye çalışan tezahüratlar, tedaviler, umut ve moral motivasyonu artırmak için gösterilen çabalar… Somatik olarak savaş veren, yıpranan vücut ile uğraşılıyor hep kanser tedavilerinde. İnsan yapısının sadece somatik bir yapı olmadığını, bir beyni, çeşitli duyuları, kısacası bir ruhu olduğu hep gözardı ediliyor. Yaşanan savaş çok ilginç; tedavi-bedensel yıkıntı, iyileşme umudu-başarısızlık korkusu, motivasyon arzusu-güçsüz, saçsız adama acıyarak bakan gözler, yürürken dengesizlik, ellerde uyuşukluk, ağızda mukozit, ishal veya kabızlık, vs., vs.

Soru: Tüm bu somatik yaşanmışlıkların duyuları nasıl etkilediğini, beyni ne kadar zorladığını, o kişiyi ruhen ne derece yaraladığını, kanser hastalarına mutlaka psikoterapi uygulanması gerektiğini, hatta daha ileri süreçlerde psikiyatrik yardım da verilmesinin uygun olacağını düşünen kaç onkolog vardır acaba?
İlk tedavim biraz iyileşme sağlasa da tam başarılı olmadı. Ardından beş seans “CyberKnife” denen daha güçlü ve daha lokalize etki edebilen bir tedavi aldım. Kısaca CyberKnife, tüm vücutta milimetreden daha hassas doğrulukla kanser tedavisi yapmak için tasarlanmış dünyadaki ilk ve tek robotik radyocerrahi sistemi olarak biliniyor. Bu sistem sayesinde radyasyon demetleri odaksal olarak kullanılarak, beyin ve vücuttaki kanserli bölgeler yüksek dozlarla tedavi edilebiliyor.
Sonuç yine beklenenden uzaktı. Bir yıl geçmişti ve ben yine aynı yerde, aynı endişelerle ve daha da yıpranmış bir vücut ve ruhla kemoterapi tedavisi alacağımı öğrendim. Kızdığımı belli etmiyordum ama, artık tezahüratlar da inandırıcılığını kaybetmiş, hatta bazen de sinirlendirmeye başlamıştı. Umutlar tükeniyor, beklentiler sonuçlanmıyordu bir türlü ve hala hiç kimse duygularımın, ruhumun ne halde olduğunu sormuyordu.
Yirmibir gün arayla 6 seans üçlü (cisplatin+taksotel+5FLU) kemoterapiye başladık. Bu kemoterapi denen bence sözde tedavi, insanı insanlığından çıkarıyor. Dostlarınız yalnızca yataklar ve yastıklar oluyor, onlardan uzaklaşamıyorsunuz, hep yatmak hep uyumak istiyorsunuz. Bu savaşta da yukarıda saydıklarımı misli ile yaşadım. İlave olarak beşinci seanstan sonra DVT (derin ven trombozu) oldum, altıncı seanstan sonra da pulmoner emboli geçirip dört gün yoğun bakımda yattım. Bu arada, hala hiç kimse duygularımın, ruhumun ne halde olduğunu sormuyor. O PET (pozitron emisyon tomografi) denen sevimsiz tetkik yine yapıldı ve sonuç hala başlangıç noktasındaki durumum. Tümör konseyi yine toplandı, artık tıbben yapacak bir şey olmadığı, radikal bir cerrahi ile belki sağkalımda % 5’lik bir artış olabileceği, buna karşılık yaşam kalitemin çok düşeceği söylendi. Seçim bana aitti, ailem bile kararı bana bıraktı. Ben de kararımı verdim; gittiği yere kadar savaşacaktım.
İşte burada şans yüzüme güldü Prof. Dr. bir sınıf arkadaşım yaşadıklarımın travması ve bundan sonra yaşayacaklarım için psikolojik destek isteyip istemediğimi sordu. Hemen kabul ettim ve üç aydır haftada bir gün ilgi alanı kanser hastalarına psikoterapi olan psikoloğumdan destek alıyorum. Ne kadar rahat ve güçlü olduğumu anlatamam, Cumartesi gününün gelmesini dört gözle bekliyorum hafta boyunca. Her şeyimi anlatabiliyorum, bazen ailemi de seanslara dahil ediyor…
Halen zorluklarla boğuşuyorum, korkularım oluyor, ağrılarım oluyor, umutlanıyorum ardından yıkılıyorum, sosyal hayattan uzaklaştım. Son üç aydır psikoloğuma yaslanarak yaşadığım bu zorlu süreç bana çok önemli şeyler öğretti. Özetleyecek olursam;
1-Bir hekimin önce bir hasta olarak bir doktora başvurmasını, sonra da hasta yakını olarak hastanede bulunmasının önemini bir kez daha anladım. Böylece yapılan davranış hatalarını yaşayarak gözlemleyebilir.
2-Bir hekimin hastasına, hele de kanser hastasına daha duyarlı yaklaşması gerektiğine inandım.
3-Her hastanın bir birey, bir insan olduğunun asla unutulmaması, en azından kendisiyle konuşurken yüzüne bakılması ve yazılı onam için yapılan bilgilendirmelerin gerçek anlamına uygun yapılması gerektiğine inandım. Çünkü, doktor olmama rağmen kemoterapinin yapacakları açık açık anlatılmadığı için ilk tedaviden sonra panik atak geçirdim.
4-Başta kanser hastaları olmak üzere, eğer mümkünse tüm hastalara psikolojik destek sağlanmasının çok önemli olduğunu anladım. Basit bir örnek verecek olursam; yazmaya başladığımda yaşadığım olayları tekrar hatırlamak beni çok rahatsız etti. Ama psikoloğum bunu yapabileceğimi defalarca söyleyerek beni yüreklendirdi ve sizlerle hastalık sürecimi paylaşabildim.
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 1971 yılı mezunlarından, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şef Yardımcısı, UEÇG üyesi Dr. Aydemir Yalman’ın kaleme aldığı son yazısı"
Yazıyı paylaşan sayın Dr. Hasan Karanlık beye teşekkür ederim. 
A.Şükran Demiralp




3 Aralık 2016 Cumartesi

"Amaç için her yol mubah" mıdır?


KONU: «Amaç için her yol mubah» önermesinin irdelenmesi:

Matematik Lojik'ten:
(1) ¬[∀x ∈ A, P(x)] ⇔ ∃x ∈ A, ¬P(x)
(2) (yukarıdakinden elde edilir:) ¬[∀x ∈ A, ¬P(x)] ⇔ ∃x ∈ A, P(x)
Notasyon: ¬: değil; ∀: her, tüm; ∃: vardır, bazı.
A: yollar, P(x): x mubahtır alırsak:
(1): "Tüm yollar mubahtır"'ın tersi (değili) "Mubah olmayan bazı yollar vardır"
(2): "Hiçbir yol mubah değildir"'in tersi (değili) "Bazı mubah yollar vardır"
Dikkat! Yukarıdaki iki sözel ifade birbirinin tersi (değili) değildir.

SONUÇ: Ben, "Tüm yollar mubahtır"= yanlış (0) olduğunu kabul ediyorum. Bu durumda "Mubah olmayan bazı yollar vardır"= doğru (1) demiş oluyorum.

A.Şükran Demiralp – Mehmet Demiralp

Derleyen: AŞD

23 Kasım 2016 Çarşamba

HOŞGÖRÜ nasıl oluşabilir?


Şöyle mi?

"Algılarımız" ve "bilgilerimiz" çift yönlü / etkileşim halinde diyebiliriz. 

Bilgi düzeyimiz arttıkça, daha çok anlamaya çalışıyoruz. 

Anlamaya çalıştıkça daha çok bilgiye ihtiyaç duyuyoruz. 

"Bilgiye ihtiyaç" öğrenme merakımızı sürekli kılıyor. Çünkü öğrendikçe daha ne kadar çok bilgiye ihtiyacımız olduğunu görebiliyoruz. 

İşte bu heyecanlı "öğrenme maceramız" olumsuzluğa saplanmaktan da bizi koruyabiliyor. Üzülmek yerine merak ediyoruz: 

"Bunun altındaki / kökündeki neden nedir? 

Böylece dünyayı, başkalarını ve kendimizi çok daha geniş açılardan algılayabilme becerimiz gelişiyor. Bu beceri geliştikçe "hoşgörü" kendiliğinden gelişebiliyor. 

G.E. 2012

25 Ekim 2016 Salı

İradelerimizi İrdeleyebilmek..



  • "Özgür irade" nedir?
  • "Özgür irade" ne değildir?
  • "Özgür İrade" var mıdır?
  • "İrade"mizi neler etkiler? 
  • ...devam edebilir...

ARAŞTIRMALAR:

  • 28 Şubat 2017: "Gen mi, çevre mi?" * : "Önemli olan şu ki biri ne de öbürü sizin seçiminizdir. Her birimiz genetik bir şablonla dünyaya gelir ve bizi biçimlendiren ilk yıllarda üzerinde hiç söz sahibi olmadığımız koşullar dünyasının içinde buluruz kendimizi. Genlerle çevrenin karmaşık etkileşimi, toplumdaki her bir kişinin farklı bakış açısına, farklı kişiliğe ve karar verme konusunda da farklı becerilere sahip olması sonucunu getirir beraberinde. Bunlar insanların özgür iradeleriyle yaptıkları seçimler değillerdir, yanlızca oyunda önlerine düşen kartlardır!  Beynimizin oluşum ve yapısını etkileyen faktörleri kendimiz seçmediğimiz için, özgür irade ve kişisel sorumluluk kavramları bu noktada bir yığın soru işaretine gebedir. 162" Bu nedenle bir çok durum için, şimdilik kabaca eşit oranda gen ve çevre etkisini sadece varsayabiliriz:




  • 3 ocak 2017: Tekrarlar ve John Berger: http://bit.ly/2iGh3Z

  • ANILAR ve BELLEK: "Doğa anılarımızdan örneğin, KORKUTUCU olayları çok derinlerde saklar: Bunları silmek zordur. Ve herhangi bir anda FLAŞ gibi yanıp sönebilirler(TECAVÜZ KURBANLARI ve SAVAŞ GAZİLERİNİN sıklıkla anlattıkları gibi)."
Kaynak: DAVID EAGLEMAN'dan alıntı özeti

  • Prof. Dr. Mehmet Şener: 
ÇOK DİSİPLİNLİ ETİK KONGRESİNİN ARDINDAN yazısından alıntı: ".....Bir insanın etik temelde sorgulayabilmesi için, o insanın iradesinin herhangi bir otoritenin vesayati / baskısı altında kalmadan karar verme özgürlüğüne sahip olması , nasıl davranacağı konusunda seçeneklerinin elinden alınmış olmaması gerekmektedir. " 
Kaynak: 31 - 08 - 2012, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji eki

Bknz: http://asukrandemiralp1.blogspot.com.tr/2016/07/neyiz.html

23 Ekim 2016 Pazar

YAZLIKLARI OLAN BAZI HAYVANSEVERLER!


Yaz sezonunun bittiği şu dönemde (18 – 22 Ekim 2016) kesişen zorunlu gezimizde yazlıkçıların yoğun olarak yerleşimlerinin olduğu bölgelerden de yolumuz geçti. Özel olarak nereler olduğunu yazmayacağım; çünkü neresi olursa olsun manzara çok az fark edecek, belki de hiç fark etmeyecek diye düşünüyorum.
Bu bölgelerin yaz ile kış nüfusları arasındaki fark için sadece bir örnek: Kışın 5.000 (BEŞBİN), yazın 100.000.
Bu konunun hayvanseverlikle ilgisi nedir?
Sessiz, insan yoğunluğu açısından aşırı sakin, adeta terk edilmiş sokaklarda market, bakkal bulmak, beslenmek bizler için bile sorun oldu. Ya hayvancıklar, o bölgelerde yoğun olan köpekler için nasıl bir tablo gözlemledik dersiniz? Elimizde bir torba gördükleri anda inim inim inlediler. Bulabildiğimiz her türlü yiyeceği onlarla paylaşmaya çalıştık. Sadece ekmek vermemiz bile onlar için yeterliydi. Ön ayakları ile işaret ederek önlerine yemek koymamızı anlatmaya çalışmaları belki de benim uydurmam olabilir. Ancak oldukları gerçekti. Çok az insanın yaşadığı yazlıkçı bölgelerde terk edilen hayvanları görmezden gelen, hatta oralarda hayvanlarını bırakan bir hayvanseverlik nasıl olabilir?
·         Yazın hayvanlarını da yanında getiren bazıları dönem sonunda hayvanlarını o bölgede terk edip dönmüşler,
·         Yazın gelenlerin yanlarında taşıdıkları bazı köpekler o bölgede doğum yapmışlar, bebekleri o bölgede terk edilmiş, vs vs…

Kısacası, yazın çıkan yoğun besin artıkları, çöpler ve o dönemdeki hayvanseverlerin ikramları ile rahat beslenen köpekler insanlarla olağanüstü dostluk ilişkisi kurmuşlar, insanların duygularını, vücut dillerini, ses tonlarını olağanüstü anlar hale gelmişler ve bu duygu durumları ile uzun süre yalnızlığa ve açlığa terk edilmişler… Karnını doyurduğumuz bir dost köpek saatlerce bizle sahilde dolaştı. Birlikte oyun oynamak istedi. Bizi denize doğru burnuyla iterek birlikte yüzmek istedi J Üstelik bu dost köpeği iyi kötü doyuran bir iki kişi de hâlâ var gibiydi. Bu yazdıklarım henüz yeni terk edilmişliği dile getirmeye çalışıyor.  İlerleyen zamanlarda durum nasıl olur?
Gezdiğimiz bölgelerde yoğun bir köpek nüfusu görmüş olmamız nedeni ile fiziksel ve duygusal açlığa terk edilmiş köpekleri yazıyorum. Bu tablo ve “neden hiç kedi görmedik?” sorusu aklımı kurcalamaya devam ediyor… İster istemez, açlıktan ölmeye yakın bir canlı, hangimiz olursak olalım ***, ne yapar diye düşünmeden kendimi alamıyorum!

Çözüm mü? Kedi, köpek, her türlü evcil hayvanların da hepsi birer canlı. Onlarında duyguları, sosyal yaşamları var; bizlerinki ile iç içe… Çözüm, genel olarak sıkılmayacağımız, maddi ve manevi olarak daha, daha daha az tüketebileceğimiz yaşam biçimlerini keşfetmeye çabalamak mı desek, ne desek?

*** Sağda, tırnak içindeki yazıyı tıklayabilirsiniz: "Hayatta kalabilmek için, ölen arkadaşlarının cesetlerini yemeye karar verdiler." 

A.Şükran Demiralp, 23 Ekim 2016

9 Ekim 2016 Pazar

Asıl tehlike nedir?


Kalıp:
"EVRENİN SERBEST KALMIŞ GÜÇLERİNE KARŞI KOYMAK KORKUNÇTUR.
FAKAT ASIL TEHLİKE, ELDEKİ EN İYİ BİLGİLERİN IŞIĞINDA .................. GÜCÜN RİSKLERİ ve ÖDÜLLERİYLE BİRLİKTE AKILCI BİR BİÇİMDE İRDELENMEMESİ, .................. GÜCÜN YAZGISINI KARANLIK TUTKULARIN BELİRLEMESİDİR!"

Not: Kalıp, Adrian Berry'nin "Bilimin Arka Yüzü" kitabından akılda kalanlardan belirlendi!

Derleyen,

A.Şükran Demiralp

11 Eylül 2016 Pazar

COSMOS

"COSMOS"un KEŞFİ, KENDİ KENDİMİZİ KEŞİF YOLCULUĞUDUR!


Biz hem gökyüzü hem de yeryüzünün çocuklarıyız.
(1).........:-( ... FAKAT
(2) aynı zamanda başkalarına karşı şefkat, tüm çocuklarımıza sevgi, tarihten bir şeyler öğrenme, ve giderek zeka ve yeteneklerimize bir şeyler katma eğilimlerine de sahibiz.."

Hayatta kalabilmek; toplu bir refaha kavuşabilmek için (2)'deki eğilimlerimiz nasıl üstün hale getirebiliriz? Sorusunun ipuçlarını olağanüstü görüntü, kanıt ve anlatımlarla sunan BELGESEL DİZİSİ!

Carl Sagan: "Halk kitlelerinin ilgi ve yararına sunulmayan bilim MUTLU BİR AZINLIĞIN AYRICALIĞINA dönüşür. Araştırma ve buluşların halka maledilmesi gerekir."

Kaynak link: http://bit.ly/2cgBYvH


İNTERNETTİN BU DERECE YOĞUN KULLANIMINI BU TÜR BELGESELLERİ İZLEYEREK DEĞERLENDİREBİLİRSEK KENDİMİZE VE ÇEVREMİZE ÇOK DEĞER KATABİLİR, MUTLU BİR DÜNYANIN KAPILARINI ARALAYABİLİRİZ :-)

Derleyen: A.Şükran Demiralp, 11 Eylül 2016

4 Eylül 2016 Pazar

EVRENSEL TEMEL GELİR! EK - 2

EK - 2: 23 Eylül 2017



Ve yeterli kazanç için MASLOW (alıntı ayrıntısı için tıklayınız: İrdelemeler )



Derleyen A.Şükran Demiralp, 23 Eylül 2017

2 Eylül 2016
Herkese, yaşam boyu, koşulsuz ve karşılıksız temel gelir, zamanı gelen bir fikir mi?

Aşağıdaki fotoğraflar Erdal Musoğlu'nun HBT'deki yazısından çekildi.
Not: Böyle yazılar link içerir.




Alıntı: Herkese Bilim ve Teknoloji,
2 Eylül 2016, Sayı: 23

EVRENSEL TEMEL GELİR konusunda bazı düşünceler!
Bireylerin yaşama başlangıç koşulları doğmadan önceden başlayarak belirlenmektedir. 
Yaşama başlangıç koşullarımızdaki farklılıklar arasındaki fark arttıkça mutlu bireylerin sayısını artırabilme olasılığı nasıl artabilir? Mutsuz insan sayısı arttıkça dünyanın gidegeldiği nokta günümüzde bellidir!
Bu farklar içinde, öncelikle, temel gereksinimler her birey için olmazsa olmazlar olduğuna göre, ne olduğu, kim olduğundan bağımsız her birey için varolan bu temel gereksinimler doğumdan ölümüne dek karşılıksız karşılanabilmelidir.
Günümüze dek süregelen tabloyu arada bazı bulanık durumların dışında netleştirmeye çalıştığımızda dünya genelinde görünen yüzyıllar, hatta binlerce yıllardır ne kadar değişti?
TABLO: Bireylerin bazıları kendilerini çok özel ve armağanlandırılmış bir geçmişin kucaklarında şimdilere ve sonralara taşırken, bazıları da çok özel ve cezalandırılmış bir geçmişin yükü altında doğuştan ezilmeye mahkum edilmişlerdir. Bu tablonun anahtarı GÜÇ = PARA + MEVKİ + vs…
GÜNÜMÜZÜN SONUCU: Ve biz ödüllerle bireylerin içinde bulunduğu geçmişten bu yana koşullarını ödüllendirirken, cezalarla da bireylerin içinde bulunduğu geçmişten bu yana koşullarını cezalandırırız; iyi daha daha iyi, kötü daha daha kötü olsun diye mi? Büyük ölçüde sanırım hayır; olsa olsa bu kalıbı kıramadığımız ve çeşitli nedenlerle DOĞRU DÜŞÜNEMEDİĞİMİZ için olsa gerek!
BEKLENEN OLMASI GEREKEN: Güçlüden güçsüzse transfer yoluyla sistemi DENGE DURUMUNA YAKLAŞTIRABİLMEK olsa gerek ki burada EVRENSEL TEMEL GELİR uygulamasının dünya genelinde kabul görmesi gerekiyor! Olagelen sömürü güçsüzden güçlüye transferdi! Ve bu sömürü düzeninin bazı görünen sonuçları için(görünmeyen daha neler var?) aşağıdaki linkleri de tıklayabilirsiniz:
·         Yoksulluk Sınırı
·         Açlık
              EK 1: 4 Eylül 2016



·         Kıtlık
·         Çölleşme
ÖZELDE:
Genetik geçmişlerinin ve diğer birçok koşullun etkisi ile gelişen nörogelişimsel bozukların bazı bireylerde etkisi onların düzgün para kazanmalarını; temel gereksinimlerini karşılamalarını engelleyici biçimde gelişebilir. Bu gelişimin olumsuz etkilerinden bir kısmı da bireyin ve ailenin gelecekle ilgili yoğun kaygılarının etkileşimi olabilir.  Parasal ve ortamsal gücü çok kuvvetli aileler, bireyler için bu bozukluklar pek sorun oluşturmaz. Hatta bu sorunlar da onların gücünü artırabilecek propagandaların bir parçasına dönüşebilir; hemen popüler olabilecek kitaplar yazılır, filmler yapılır vbg.. Hatta bilimsel araştırmalara da destek ve yön verirler. Bunlar da genel olarak insanlık için elbette yararlı olacaktır. Ancak, eğer sorununuz parasal güce sahip olanlarda hiç görünmemişse veya çok yaygın olmadığı için birçok kesimin; akademisyen, ilaç firmaları, vbg, ilgi alanı dışında kalabilecek bir şey ise, o zaman iş zorlaşır. Sorun günümüzde neredeyse sadece o bireyin ve yakınlarının sorun çözme yeteneğine bırakılır! Bir de daha temel gereksinimlerini yerine getirmekte zorlanan aileler için durum nasıl olabilir? Orta gelir düzeyindeki ailelerin bile zorlanacağı bu durumda birçok devletde gelişen tüm sağlık destek mekanizmaları da yetersiz kalabilmektedir. Ek olarak, bu destek mekanizmalarından en çok yararlanabilmenin koşulları bu bozukluğu yaşayan bireyleri etiketleyerek sosyal yaşamdaki kaynaşma olasılıklarını da azaltmaktadır. Herhangi bireyler için geçerli olabilecek EVRENSEL TEMEL GELİR bireyleri farklılıkları nedeni ile ayrıştırmayacaktır diye düşünülebilir. Böylece,  Maslow Hiyerarşisi’nde daha üst basamakalara çıkabilecek bireylerin sayısı artabilecektir.

Ayrıca, bazı öyle bireyler de var olabilirler ki üzerlerinden ne kadar çok baskı kalkarsa üretim ve mutlu olma becerileri o derece artabilir. Bireylere sağlanması gereken en değerli kısıt özgürlüğünün sınırları olsa gerek. Sahip olma özgürlüğünün de sınırları belki EVRENSEL TEMEL GELİR için daha rahat çizilebilir.

SÖMÜRÜ ve sonuçları olan temel ihtiyaçları kullanılarak özgürlükleri elinden alınmış canlıların yaşadığı bir dünya nereye doğru gidebilir? 

Bence evet; Herkese, yaşam boyu, koşulsuz ve karşılıksız temel gelir, zamanı çoktan gelmiş bir fikir olabilir. 

Derleyen,
A.Şükran DEMİRALP, 4 Eylül 2016






31 Ağustos 2016 Çarşamba

SORGULAYABİLMEK!

SORGULAYABİLMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER NELERDİR?

ÖNCE GENEL BİR BAKIŞ .. ..

Prof. Dr. Mehmet Şener: 
ÇOK DİSİPLİNLİ ETİK KONGRESİNİN ARDINDAN yazısından alıntı: ".....Bir insanın etik temelde sorgulayabilmesi için, o insanın iradesinin herhangi bir otoritenin vesayati / baskısı altında kalmadan karar verme özgürlüğüne sahip olması , nasıl davranacağı konusunda seçeneklerinin elinden alınmış olmaması gerekmektedir. " 31- 08-2012, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji eki

M.Tınaz Titiz, SORUNLARIN İNTİKAMI kitabı, SAHTE SANATLAR TOPLUMU'undan alıntı: "Örneğin
sahte politikacı, sahte bilim adamı, sahte ekonomist ve sahte sanatçı öyle bir birlik kurmaktadırlar ki, birisine dokunduğunuz zaman hepsinin sesi çıkmakta, hepsi birbirini kollamaktadır. Çünkü bütün bu kesimler, varlıklarını ancak birbirinin desteği ile mümkün olabileceğinin bilincindedirler. Buradan şu anlaşılmaktadır: Eğer bu kesimlerden birisi yerine, gerçeği geçebilse, diğerleri dayanıksız kalacaktır." 
Kaynak için sağı tıklayınız --> http://asukrandemiralp1.blogspot.com.tr/2013/10/sorunlarin-intikami-cozemeyeni-cozerler.html

30 Ağustos 2017, EK: Prof. Ioanna Kuçuradi:  "Acı çekmemizin nedeni bilgisizlik!
‘Aydınlanma' ile ilgili olarak 18. yüzyılda çok önemli bir görüş getirmiş olan Kant, “aydınlanmayı, kişinin kendi iradesiyle düştüğü toyluk durumundan çıkması, bilmeye cesaret etmesi” olarak tanımlıyor. Günümüz dünyasındaki olayları düşünerek, aydınlanmayı “KİŞİnin belirli bir durumda EYLEMDE bulunurken, o konuyla ilgili BİLGİye ve ETİK DEĞER BİLGİSİNe dayanarak bunları YAPMASI şeklinde dile getirmek istiyorum. ‘BİLGİ'den de, onu ortaya koyandan bağımsız bir nesnesi (hakkında olduğu bir şey) olan ÖNERMELERİ / YARGILARI anlıyorum. Böyle bir temele dayanarak düşünen, buna göre de kararlar veren ve eylemde bulunan kişiler de, olan biten hakkında enformasyon eksikliğinden yanlış yapabilirler. Ama böyle yapmayanlara oranla ÇOK DAHA AZ YANLIŞ YAPARLAR."

Örnek: Etik değer bilgisi yoksa geriye kalan? Tıklayınız --> "Ceza ve Ödül"

Yorum: 
Öyle ise,  sorgulamanın önündeki en büyük engel bilgisizlik / bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma derken bilgisizlik sadece bir konudaki bilgi eksikliği olarak algılanmaMAlıdır. Yukarıdaki alıntılardan da ulaşılan bilginin temelinde ETİK DEĞERLER BİLGİSİ = BİR İNSANIN ASLA YAPMAMASI GEREKEN TEMEL DAVRANIŞLAR BİLGİSİ anlaşılmalıdır.

Günümüzde varılan sonuç olarak en büyük engeli önce ETİK BİLGİ TEMELLİ AĞ YAPISININ SOMUT BİR ÖRNEĞİNİN YOKLUĞU olarak görebiliriz. 

Çoklu medyadaki popüler ayrıştırıcı kültür ürünleri de; belgeseller dahil, ETİK BİLGİ TEMELİNDEN yoksun uygulamalarla dolu değil mi? Neden? 
Kaynak için sağı  tıklayınız -->  http://www.beyaznokta.org.tr/cms/images/BelgeselYapimcilariicinEtikGuvence2.pdf

Aksi bir örnek bilgisi olan var mı?

A.Şükran Demiralp

31 Ağustos 2016

12 Eylül 2017, EK: Prof. Betül Çotuksöken: "Asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, bireyin kişi olabilmesinin olmazsa olmaz koşulunun, kişinin kendisiyle olan ilişkisini bilme edimi üzerinden kurmasının gerekliliğidir. Birey, kendisiyle olan ilişkisini, salt duygusal nitelikli, sezme, inanma vb. edimler üzerinden kurup, düşünme ve bilme edimine yer açmıyorsa; bu durumda kendini tanıma, durum değerlendirmesi yapabilme, sonunda da sorumluluk alabilme gibi bir noktaya ulaşması olsa olsa rastlantıya kalmıştır. Ancak baştan beri ya da öteden beri bilme edimiyle daha çok yaşama dünyasına yönelen, toplumsal olarak benimsenmiş, hiçbir biçimde eleştirilmeyen yaşama çerçeveleriyle olan bağını zaman zaman gözden geçiren, çeşitli düzlemlerdeki varolanı, bilme edimiyle mercek altına alan, varolana mesafe kazanabilen toplumlarda, toplumsal nitelikli ahlakla etik arasındaki uzaklığın daha az olduğunu ileri sürebiliriz."
Kaynak için sağı  tıklayınız --> http://www.antalyafelsefe.com/2012/sunumlar/Betul_Cotuksoken-AFG-2012.pdf


7 Ekim 2017, CKM Seminer, EK: Prof. Betül Çotuksöken, Gerek ve Yeter Koşullar: "Gerçek için bilimsel bilgi gereklidir, ancak yeterli değildir. Yeterli olması ETİK DEĞERLER BİLGİSİ İLE OLASIDIR." 



NOT: "Etik ve ahlak arasındaki bir fark: 
           - Etik daha çok ahlak üzerinde konuşur, sorgular, tartışır, düşünür, yargılar. 
           - Ahlak yöresel, Etik ise evrenseldir. Etik, evrensel kabul gören kurallardır."


Devam edecek...










21 Ağustos 2016 Pazar

APTAL_ Kavram Mutfağı İçin _ 2

APTAL KİMlerE DERLER?

Aşağıda, satırlardaki TIK kelimesi link içerir; tıklayabilirsiniz.


(1) Vikipedi'ye göre (TIK) APTAL; zeka, anlayış ve sağduyu eksikliği olandır.


(2) İktisat Tarihçisi, akademisyen Carlo M. Cipolla'nın (TIK) aptal tanımından aklımda kalanlara göre: 
Büyük resimde kendine, dünyaya ve evrene HİÇ BİR YARARI olmayanlar; hiç bir değer üretemeyip varolanları da sömürüp yokedenler.

Bu aptallar, rahip / din adamı, kral, tüccar, siyasetçi, iş adamı / iş kadını( 11/10/2016 tarihinde eklendi), akademisyen ve günümüzdeki değişik yansımaları olabilir. Ve yüzyıllardır beyinlerimizi yıkayarak, kandırarak bizleri sömürürler. 

SömüRÜLENden çok KURNAZ sömüRENe APTAL deniyor gibi hatırlıyorum nedense. Çünkü SÖMÜRENin silahı TEK  DOĞRULARINA koşullamadır: Akılları yok etmek en büyük aptallık değil mi?

(3) Mantıklı insanlar aptal insanların hangi  yoldan  ve nasıl güç ve mevkilere ulaşmayı başardıklarını sorgularlar. Ve çözüm üretmeye çalışırlar. Şöyle ki:

"Anlaşabilmek, uzlaşabilmek için BİR KAÇ TEMEL İLKE yeterlidir" diyerek her alanda SÖMÜRÜYE NEDEN OLABİLECEK karmaşayı yok etmek isterler.. Ancak, bu da nesi? Bu temel ilkeleri belirleyeBİLENlerde de bir bütünlük görebilmek zor; sorunlar devam ediyor? Temel sorun o zaman  çoğunluğun SÖZünü TUTa(!)maMAK gibi bir sıkıntısı var gibi görünür! Neden?

Birinci YAYGIN neden; SÖZün arkasındaki TEMEL DEĞERLERİ de kullanma kurnazlığı gibi! * Yani APTALLIK; bütüne zarar verme ve kabul edilen vizyon, misyon ve özdeğer'e de zarar verme şeklinde burada da kendini gösterir! 

Aptallığın her kesimde benzer oranda olduğunu iddia eden C.M.Cipolla aptalların verdikleri zararın geldikleri noktanın gücüne göre arttığını söyler. Dolaysıyla en güçlü noktalara gelen aptallar en çok zarar verenlerdir.

Sorun Çözme Kabiliyeti'nin en büyük engelleyicisi de APTALLAR gibi görünüyor: C.M.Cipolla'nın tanımladığı APTAL kavramının içine DOĞRU DÜŞÜNEBİLME (TIK) kabiliyetinin yetersizliği de giriyor. İşte böyle APTALLAR, saflar vbg insanlardan kalıpları(TIK) sorgulamalarını beklemek nafiledir. Bu nedenle de örnek tavırlı(TIK) insanların da her kesimde belli bir oranda olduğunu biliyorsak bu insanların yolunu açabilmelerine destek olmak ve diğer APTALları gün yüzüne çıkarmak ve yalnız bırakmak değer üretir. Aksi durum olan APTALLARA destek vermek ise, SAFLIK tanımına girebilir.



Buradan vardığım sonuç: 

APTAL: BÜTÜNLÜK kavramını algılayamayan ve hırslarına köle olan, bilim, din, etik vs demeden her alanın kavramlarını sömürü aracına çeviren belli sayıdaki  bireylere uyan genel bir kavramdır.

Derleyen: A.Şükran Demiralp, 21-08-2016

Kavram Mutfağı(TIK)