17 Ağustos 2013 Cumartesi

SEÇİMLER


SEÇİM ÖNCESİ NELER YAPILMALI?
Rev. 2, 22-08-2013
Not: Mavi yazılar link içerir!
SEÇSİS: Elektronik Sistem ile oy sayımı kullanılması ve diğer konular:  


http://www.youtube.com/watch?v=ky-YXvxYbck# adresinde ABD Kongresindeki resmi bir oturumda, uzman bir programcının verdiği bilgiler var. Oradaki sistem buradakinden daha farklı olduğu için, buradaki sistemde –elektronik olmasına gerek duyulmadan- kolayca manipülasyon yapılabilir ve bu yıllardır yapılıyor.


Oy verme ve sonuçların ilanı arasındaki oldukça uzun zincir düşünüldüğünde, her bir zincir baklası büyük ölçüde suistimale açıktır.


1.       Birey olarak yapmamız gerekenler:  http://esecmen.chp.org.tr/ adresi yoluyla binanızda oturanları kontrol ettiğinizde bir bölümünü tanımadığınızı, tanıdıklarınızın bir kısmının ise listede bulunmadığını göreceksiniz. Yurttaşların ev değiştirme sırasında muhtarlığa bildirmemelerinden de kaynaklanabilen bu olgu, daha bu aşamada suistimale açık hale gelmektedir. Geri kalan zincir baklalarında neler yapılabileceğini sizler düşünebilirsiniz.


Bu nedenle elektronik olarak oy çalmaya hiç ihtiyaç kalmadan çok kolaylıkla suistimal yapılabilir. Neler yapılabileceği ise kolaylıkla düşünülebilir:

·         Herkesin, kendini ve oy kullanabilecek aile bireylerini seçmen listesinden kontrol etmesi, yoksa ilçe seçim kuruluna müracaatla yazdırması, (önce muhtarlıkta kaydına baktırması),

·         Aynı binada görünen ama tanımadıklarını ya da var olan ama listede bulunmayanları kontrol ettirip, yine ilçe seçim kuruluna bildirmesi,

·         Hangi partiye o vermeyi düşünüyor ise o partinin il veya ilçe başkanlığına başvurarak sandık kurulunda ve/ya il veya ilçe seçim kurullarında  görev talep etmesi,

·         Sandık kurulunda görev aldığı takdirde, oy torbaları ilçe seçim kuruluna teslim edilip tutanak imzalanana kadar ayrılmaması (hırsızlığın %50si buralarda oluyor),

·         YSK tarafından açıklanan sonuçlarla sandık kurullarının listelerini (bir kopyasını isteme yetkiniz vardır) karşılaştırıp tutarsızlıkları ilçe seçim kuruluna YAZILI olarak bildirmeniz.

·         Oy sayım ve dökümü sırasında sandık kurulu başkanının (genellikle iktidar partisinden olur), geçersiz (ya da geçerli) saydığı oylara ÇOK DİKKAT edilmesi (sandık kurulu üyelerinin yorgun düştüğü saatlare denk gelen sayım-döküm işlemleri sırasında da kolaylıkla suistimaller oluyor.

YSK'nun seçim sonuçlarına ilişkin ayrıntılı listeleri (her sandık için), web sitesinde ilan etmesi yolunda dilekçe yağmuru.

2.       Partilerin yapması gerekenler: Partilerin sandıklara( seçim merkezleri bilgisayarlarına) paralel sistemlerde sonuçları sorgulamaları. Yani seçim kurullarına giden sistemin birer benzeri partilere kurulur ve seçim kuruluna giden dataların aynısı eş zamanlı olarak partilerin sistemlerine de gider ve sonuçlar karşılıklı olarak doğrulanır_sağlanır.

3.   Partiler, bireyler ve çeşitli kesimlerin birlikte yapması gerekenler: Ağ temelli yapılanma


NOT: http://esecmen.chp.org.tr/secim_guvenilirligi.aspx yandaki linki mutlaka inceleyeniz.
                                                 Derleme ve çizim: A.Şükran Demiralp

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Tourette(turet) Sendromu için "Politika Belgesi" Hazırlanması Ön Çalışması


"Sanal beyin fırtınası"na DAVET:
Sevgili  dostlar; insan, hayvan, bitki, taş, toprak severler,

Canlı Dostları Ağı(CDA) için, insanlar arasındaki farklılıkları anlayabilmek ve onların haklarına da saygı duyabilmek yaşamı; diğer canlı ve cansızları anlayabilmenin doğru bir yoludur. İşte,“normal” ve “anormal” uç tanımlarını bir tarafa bırakıp “farklı” orta noktasında buluşmak ve bir tek canlı dahi olsa, onun haklarına saygı duymak, varoluşa duyulan saygıdır. Bu nedenle, özellikle az gelişmiş toplumlarda ihmal edildiğini düşündüğüm, gereken önem verildiği takdirde çok verimli ve yaratıcı olabilen Tourette(Turet) Sendromlu bireyler ve yakınlarına, diğer bireylerin farkındalık ve destekleri için böyle bir çalışma yapılması gerekiyor.

Çünkü: Bildiğim kadarıyla, henüz, TS ile ilgili Türkiye’de herhangi bir dernek, vakıf vbg mevcut değil. Türkiye’de ne kadar TS’li var bilgisine de ben ulaşamadım. Dolaysıyla, her şeyden önce TS konusunda insanları bilgilendirmek, TS’lilerin ihtiyaçlarının neler olabileceğini belirlemek, nelerin nasıl yapılabileceğini irdelemek ve bir “Politika Belgesi” oluşturmak ihtiyacımız var. Bizlerin mesleği doktorluk değil, ancak böyle bir çalışmaya kuvvetle ihtiyaç hissediyoruz. Siz değerli katılımcıların katkıları çok değerli olacaktır. Bir konu ne kadar çok çeşitli kişi tarafından bilinir ve desteklenirse, o kadar başarıya ulaşabiliyor. Bu daveti psikiyatri, nöroloji, psikoloji ve diğer tüm tıp dallarından uzmanlara da ulaştırmaya çalışıyorum. Aranızda / tanıdıklarınız arasında uzamanlar varsa, katılım ve yardımlarınızı rica ederim.

Uzman olmasa da bir TS’li yakını olan birilerinin bu çalışmayı başlatması doğaldır. “Ateş düştüğü yeri yakar” deyişiyle bu sorunu yaşayan birey ve yakınlarının sistemdeki TS konusundaki açığı fark etmemeleri mümkün değildir. Nitekim, Köksal Toptan, Sabancı ailesi ve “Lorenzo’nun Yağı” filmi gibi örneklerde çözümler, sorunları derinden yaşayanlarca araştırılıp üretilmeye çalışılmıştır.

Uzmanlar aramıza katılabilirlerse, TS’ye bir de bizim penceremizden bakabilecekler. (Keşke TS’li uzmanlar da bu çalışmadan haberdar olabilse. Bknz. O. Sacks: Psikiyatr, KBB uzmanı, cerrah TS’liler).  Ve ek olarak şöyle bir gerçek de var: Sadece uzman kişilerin kendi aralarında yaptıkları sempozyum vbg çalışmalar, bilimin halk kitlelerince anlaşılmasına uzmanların da halkı anlayabilmesine pek katkı veremiyor. Bu durum da yapılan bilimsel gözlemler ve deneysel çalışmaların sonuçlarını olumsuz etkileyebiliyor:

         Gerçek ve yaygın bir örnek: “Doktora verdiği ilacı kullandığımı söylüyorum, ama kullanmıyorum. Çünkü, bir işe yaramadığını söylememe rağmen “işe yarar” diye israr ediyor!

         Bir hastadan: Her ilacın bir deneme süresi ve bu süre içinde olası yan etkileri var. Hastayı bu süre içinde ilacın olası yarar ve zararlarına koşullamadan bilgilendirebilmek önemlidir. Tıp ampirik(deneysel) çalışır.

Yani, bilimin halk ile etkileşimli olması, değişkenliğinin gelişim için gerekliliği; bilimin de yanılabileceği konusu, koşulla(n)madan, doğru anlaşılabilmeli ve  doğru anlatılabilmeli. 

Bu nasıl olabilir? Bir matematikçiden yola çıkarsak:

J.R.King:  “Matematik hakkında hakkıyla yazmak kolay değildir. Önce matematik için itici güç olan güzellik, sonra matematiğin amacı olan doğruluk ele alınmalıdır. Matematiğe hak ettiği önemi kazandıran şey ise, matematiksel doğruların bize gerçeklik hakkında verdiği bilgilerdir. Dolaysıyla güzellik, doğruluk ve gerçeklik tek tek ele alınarak klasik felsefenin(KF) üç konusu ile yüzleşilir. Matematik öğrenimi hakkında başarısızlığın nedenleri ve bunlar hakkında neler yapabileceğinizi konuşmak için de, KF’nin 4ncü konusu olan etik de işe girer.”

“Matematik eğitimi matematikçilere bırakılmayacak ölçüde önemlidir. JERRY P. King”

‘Matematik Sanatı’ kitabı, önsöz içinden J.P.King bu yargısı özetle şöyle açıklanabilir: “Anlaşılan odur ki, çoğu matematikçinin matematik hakkında yazmayı değil, matematik yapmayı, araştırmayı yani matematik yaratmayı tercih etmesidir. Hatta, G.H.Hardy, ‘Bir Matematikçinin savunması’ adlı kitabında artık matematik yaşamının bittiğini düşünenlerin açıklayıcı matematik yazdıklarını ve kendisi de böyle bir kitap yazdığı için  pişmanlığını dile getirmiştir.”

Ancak,  giderek dünyada örneğin, J.P.King, Ali Nesin gibi matematikçiler “matematik hakkında” kitaplar yazarak “1nci sınıf matematikçi açıklama, eleştiri yazmaz” kalıbını da kırıyorlar.

Oliver Sacks, Irwin Yalom gibi doktorlar, sadece doktorlar için değil, diğer insanlar için de yazdığı kitaplarıyla tıpdaki benzer kalıbı kırdılar. Böylece, sanat bilimi daha doğru anlatabilmeye başladı.

Bu gibi kalıpların kırılmasıyla, disiplinler arası yaklaşımlar; sürece ilgili tüm paydaşları katabilme, devreye girdi. Benzer şekilde eğitime yansıması “Senaryo Temelli eğitim” uygulamalarıdır. Artık, her dersin / her konunun içinde bir diğerinin, her biri “bütün”ün parçaları olacak şekilde bulunduğu yaklaşımı yaygınlaşıyor.

Kısacası, amaç “öğrenme” ise, eğitim nasıl öğrencinin ihtiyaçları ve öğrenci dışlanarak yapılamayacaksa, tıp da hasta sürece dahil edilmeden yapılamaz. Bu yaklaşım, “bilgi”yi sadece belli bir kesime ait olmaktan kurtarır, diğerleri ile paylaşmaya yöneltir. Bu durum da değişim ve gelişimi hızlandırır. Dolaysıyla, artık “bilgiye sahip olan otoriter” yok olacak, bilgi çok farklı paydaşların bakış açılarıyla denetlenebilecek, test edilebilecek ve yeniden üretilebilecektir. İşte bu gibi nedenlerle, varlığını “koşullandırma” üzerine kurmuş, aileden, okuldan başlayarak, her kurum bu bakışı terk etmek zorundadır.

Artık hasta, aldığı tedaviyi sorgulamaktadır. Kendisine iyi gelmeyen bir tedaviyi, literatürde diğer hastalara iyi geldiği yazıyor diye, kabullenmemektedir. Bu noktada TS’li insanların durumu iyice karmaşıktır. Hele Türkiye gibi, istatistiklerinde bile TS’ye yer vermemiş bir ülkede, TS’li azınlık olarak temel haklardan yararlanma şansını, ancak ailesinin imkan ve mücadele gücü; şansı ile, belki, elde edebilir. Bu durum TS’li ve ailesi için öyle zorlu bir mücadeledir ki, bir yaşanmışlık örneğinde; Bknz. PAN Yayın, Gökçe Esen, Uçlarda Gezintiler Kitabı anlatılanlar buzdağının bir kısmı diyebiliriz. TS toplumda tanınmadıkça, devletin kurumlarında da “suçlu birey” muamelesi görebilecektir. Bu durum birey için bir yıkımdır. Gerçekte, belki de TS’li birey yüzeysel kalabilecek tik ve takıntı ile yaşamını dengede tutabilecekken, “suç”, “günah”, “kötü” yargılarına aileden itibaren maruz kalarak, davranışlarını kontrol edemediği için özgüven kaybı ve zarar verme korkusu ile, intiharı düşündürecek kadar sonsuz kısır döngülerin içine gömülebilecektir. İddiam odur ki, TS’li bireyi hafif baş edebilir sendromlardan, baş edilemez “süper TS”ye sürükleyen şansın altında farklılık ve ihtiyaçlarının anlaşılabilir olup olmaması yatar. Bu nedenle, herhangi bir ortamda, otomatiğe bağlanmışçasına konuşan, bağıran, küfür eden, davranış sorunları gösteren kişilere, tüm kalıplardan arınarak sakin yaklaşabilmek, çoğu zaman görmezden gelmek ve hastane acil servislerinde_formalite ve karmaşanın içine asla sokmadan_ özel bölümler oluşturmak, duruma özel uzmanla acil ambulans servisi vbg çok büyük önem taşımaktadır.

İşte bu gibi nedenlerle bu çalışma, herhangi bir TS’linin yaşamını “sadece bilgisiz şansa” bırakmamak, onların tanınıp, anlaşılabilmesi, genel ve bireysel ihtiyaçları doğrultusunda, temel hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarken, diğerlerinin de haklarını göz önünde bulundurmak için yapılmaktadır.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Tourette_sendromu linkine göre,  TS “Nadir Hastalık”tır. Bu durumda TS, bir anayasa önerisi olarak da http://bit.ly/17MZWX9 linkine, “ortak akıl” çalışması içine konmuştur. Bu link içinde, 3.2 kapsamında Anayasa’da yer alması, TS’li birey ve yakınlarının yanı sıra, “çoğulcu demokrasi” adına da bir kazanım olacaktır.

Toplumlardaki, hatta dünyadaki, sorunların kökü ve sorun çözme yetmezliği, “nadir” olarak nitelenen durumları ihmali ile doğru orantılı olabilir. Çok sayıda sorunun, sorunların kimyası gereği, az sayıda kök sorunun çözülmeyerek zaman içinde katlanan ek sorunlar türetebileceği gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Tourette(Turet) Sendromu hakkında Prof. Dr. Oliver Sacks:

·         TS, canlı ve üretici bir hastalıktır. Sorun: Aşırılıklar. Bir TS hastası: “Çok fazla enerjim var, her şey çok parlak, çok güçlü ve fazla, hummalı bir enerji, … “

·         Gilles de la Tourette sendromuna her ırkta, her kültürde, toplumun her katmanında rastlanır.

·         Dikkatliyseniz, bu sendromu bir bakışta tanırsınız. Kapadokyalı Aretaeus bundan ikibin yıl önce köpek gibi havlayanlardan, gözü seğirenlerden, suratına tuhaf şekiller verenlerden, küfreden ve lanet okuyanlardan söz etmiştir. Bu belirtiler ancak 1885’te Charcot’nun ve Freud’un dostu genç Fransız nöroloğu  Georges  Gilles de la Tourette’in bu anlatıları ve kendi hastaları üzerinde yaptığı gözlemleri bir araya getirmesi ile klinik bir sınıflandırmaya sokulmuştur.

·         Tourette’in tanımladığı sendrom, spazmlarla bütünleşen tikler, irade dışı mimikler, katılmalar, başkalarının söz ve davranışlarını taklit etmeler (ekolali ve ekopraksi), irade dışı küfürler ve müstehcen konuşmalar (koprolali) şeklinde kendini gösteriyordu. Bazı bireyler (ne denli kederli ve dertli olsalar da) tuhaf bir kayıtsızlık ve umursamazlık içindeydiler; bazılarında garip, çoğu kez zekice, zaman zaman rüyayı andıran çağrışımlar yapma eğilimi vardı. Bazılarında aşırı bir kışkırtıcılık ve yönlendirme duygusu, sürekli fiziksel ve sosyal sınırları zorlama güdüsü, çevreye tepki, sağa sola saldırma, eşyaları fırlatıp atma hali, bazılarında şablon, saplantılı davranışlar görülüyor, hastaların hiçbiri diğerine benzemiyordu.

·         Bir hastalığın, kendini iyileşme olarak gösterebilme, harika bir sağlık ve iyi olma hissiyle ikilemi ve sonraları acımasız potansiyelini ortaya çıkarması, doğanın oyunlarından, ironilerinden biridir. Bu ikilem birçok sanatçıyı özellikle sanatla hastalığı bir tutanları cezp etmiştir.
 

NOT: Sadece TS olarak baktığımızda, çok az sayıda insana ulaşmaya çalışmak gibi görünse de, “farklılıkları anlayabilmek” olarak bakınca, toplumun önemli bir kesimi işin içinde denilebilir.
 

BU DAVET, (lütfen hemen sağdaki linke TIK); BİR ORTAK AKIL ÇALIŞMASININ SONUÇLARINDAN _aşağıda: 2.8_ YOLA ÇIKARAK YAZILDI:
"2.8.   İLETİŞİM YETERSİZLİĞİ VE KAVRAMLARA FARKLI ANLAMLAR YÜKLENMESİ -

  2.8.2.      Ortak Katılımcı Görüşü: Kişiler fikirlerini ifade edebilecekleri uygun demokratik ortamlar   bulamıyorlarsa, ihtiyaçlarını birer politika belgesi olarak hazırlamalıdırlar.

Önerilebilir Eylem: BN’nın elindeki belgeler bu çalışma havuzuna küçük bir katkı olabilir. Bu belgelerin en azından formatları örnek alınarak çeşitli konularda Politika Belgeleri (örn. Hayvan Hakları PB) hazırlanıp, siyasi partilere (iktidar, muhalefet dahil) önerilebilir. Bu yolla, genellemeler yoluyla siyaset yapma üslubu yerine bir politika belgesinin netliği içinde siyaset yapma konusunda da iyi örnekler ortaya çıkabilir."

 

Facebook grubumuza katılabilirsiniz:  https://www.facebook.com/groups/606595136028806/

 

A.Şükran Demiralp 

 

3 Temmuz 2013 Çarşamba

KISIR DÖNGÜLER NASIL KIRILABİLİR?



Geçmişten günümüze siyaset aynı kısır döngüsünde devam ediyor diyebiliriz. Siyasiler ve seçmenleri arasındaki bu kısır döngü, seçmenin davranışı ve sonuç olarak ele alınırsa “yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak” denilebilir.

Aşağıda, bir gazetedeki köşe yazısından "alıntıların" da bulunduğu maddelere göz atınca, yıllardır bazı seçmen davranışı olarak somut gibi görünen “Hangi partiye oy verMEyeceğini bilmek” gerisini bilememek / bilebilmek için irdeleyememek olarak görünüyor. Görüşü, inancı vbg ne olursa olsun, herhangi bir seçmen nesnel değerlendirebiliyorsa, aşağıdaki seçmenin vardığı sonuçlara yaklaşabilir:  

1.       Teknolojiyi üreten kim? Satın alan kim? Türkiye’nin hedefi neydi?

2.       "Frensiz araba ile yola çıkılırsa ne olur?"

3.      İktidar / muhalefet; kim ne derse: ”.. Bu mesele olmuş mu, olmamış mı? Her şey olabilir, çeşit çeşit insan var bu ülkede. Sürekli aynı mesele söylenirse ne olur?" (Yaraları kaşımak gibi) Dolduruşa gelenler neler yapabilir? Amaç ne olmalıdır?  BÜTÜN’nün hakları ihmal edilirse neler olur? Hani nerede o BÜTÜN’e değer veren KONUŞMALAR?

4.       “Dün neydi, bugün ne?”

5.      "Ben tüm seçimlerde X partisine oy verdim... 'Şimdi kime oy vereceğim?' Bilmiyorum. Bundan sonra X partisine asla oy vermeyeceğim, bunu biliyorum.”

6.      "Yanıtlanamayan sorular, iktidarların kanseridir." Bu kanserler ülke bütünlüğüne metastaz yapmadan; yayılmadan, neler yapılabilir?

7.      "Kendine göre tartısı olan bir insanım. X Partisi’ne oy verdim ama ihanete uğradım. Ben önce çalışıyorum, sonra ay sonunda maaşımı alıyorum. Maaş peşin verilmiyor ama oy peşin veriliyor. Maaşımı peşin almışım sonra sözleşme görevlerimi yerine getirmemişim, hatta tam tersi davranmışım. Bu da öyle bir şey işte."

BU DURUMDA BU ZAMANA DEK YAPILANLAR DIŞINDA FARKLI BİR ŞEYLER YAPMAK GEREK. SEÇMEN SEÇİLENİ KENDİNİ TEMSİL EDECEK DİYE SEÇİYOR. SEÇİLENİN VERDİĞİ SÖZDE DURMASI İÇİN SÖZ VERMESİ GEREKLİ AMA, YETERLİ OLMADIĞI AŞİKAR. YETERLİLİK İÇİN ÖZELLİKLE YUKARIDAKİ 7NCİ MADDE HEPİMİZ İÇİN _MİLLETVEKİLLERİ DAHİL_ GEÇERLİ OLABİLMELİ DİYORSANIZ, NELER YAPABİLİRİZ?

A.Şükran Demiralp

http://bit.ly/Z23P6F linkinden BİR ÖNERİ: Milletvekili yemini, halkın oylarıyla seçilecek olanların uymayı taahhüt ettikleri kapsayıcı ve de çok değerli bir etik güvence’dir.

Bununla beraber, bu etik güvence’yi gündelik siyaset yaşamının uygulamalarına tercüme edebilecek daha somut, daha denetlenebilir güvencelerle desteklemek de en az birincisi kadar değerli ve gereklidir.

Ama esas kazanç, güvence veren ve ona uyabilen az sayıda da olsa seçilmişin yaratacağı ahlaki değer tabanı olacaktır. Bu tabanı inşa etmeden siyaseti, kurumlarını, o kurumlarda görev alanları eleştirebiliyoruz. Bunun bir yararı olmadığını, yarar sağlamak bir yana, toplumun düzgün insanlarının siyasetten bucak bucak kaçarak siyasetin gerçekten kirli bir iş olarak tescil edilmesine yol açtığını artık görebilmeliyiz.” 

19 Haziran 2013 Çarşamba

TRAFİK DURUMU İÇİN BİR İRDELEME


Rev 2: 15 Mart 2021: "*TÜRKİYE'NİN YILLIK PETROL TÜKETİMİ 25 MİLYON TON'DUR.

/--------------------------------------------------------------------------------------/

*İSTANBUL'DA YAKLAŞIK 2.500.000 ARAÇ BULUNUYOR

BUNLARIN YAKLAŞIK 18.000'İ TİCARİ TAKSİ

VE YILDA 4.500.000 TON BENZİN TÜKETİLİYOR

İSTANBUL'DA BİR GÜNDE YAKLAŞIK OLARAK,

ORTALAMA 300 ARAÇ TRAFİĞE YENİ OLARAK GİRİYOR."

/--------------------------------------------------------------------------------------/


"İSTANBUL'DA BİR GÜNDE YAKLAŞIK OLARAK, ORTALAMA 300 ARAÇ TRAFİĞE YENİ OLARAK GİRİYOR!” (2013)

Anlayışıma göre, bu durumda, 1 günde 300 yeni araç trafiğe girerse, ertesi gün bir önceki gün ile birlikte 600 araç trafikte olacak demektir. Bu şekilde devam edersek, 10. Günde trafikte 3 bin, 100. günde 30 bin, 300. Günde 90 bin ve 1 yılda 100 binin üstünde araç trafiğe eklenecek demektir.

2010 Aralık ayı itibarıyla, 15 Milyon civarı aracın trafikte olduğu söyleniyor.

İyimser bir tahminle, yıllık araba artış sayısının 100 bin olarak sabit olduğunu varsaysak bile, 2012 Aralık ayı için, en az 200 bin araç trafiğe eklenmiş demek oluyor.  SORU 1: Alt yapı; yollar ve otopark alanları ve sürücülerin kurallara uyma titizlikleri bu artışı karşılayabiliyor mu?

ÜLKE
Karayolu %
Denizyolu  %
Havayolu  %
Demiryolu  %
Amerika
27.2
24.0
10.5
38.3
Türkiye
95.0
0.8
0.2
4.0

Üç  tarafı denizle çevrili ülkemizde ulaşımın denizden karşılanan payı %1’in altında, demiryolundan  ise %5’in altında? ULAŞIMIN %95’i KARAYOLUNDAN karşılanıyor.  Tabloda Amerika’ya bakar mısınız?

Bilim, akıl, sezgi,…  tablo açık! Kazaların maddi boyutu 650 MİLYON DOLARI AŞTI. MANEVİ BOYUT? (2013)

Rev.2 30 Ağustos 2016

"İstanbul’un kronik trafik sorununun maliyeti? Metodu belirsiz hesap örneklerinden: Benzin ve asgari ücrete göre hesaplanan maliyet yılda 1.5 milyar Dolar (18.01.07)... 
FSM Köprüsü’nde 2 şeridin 3 ay trafiğe kapatılmasının yakıt ve iş kaybı maliyeti 90 milyon TL. Buna uluslararası transit araçların 54 milyon TL ulaşması beklenen ticari zarar ve ceza da eklenince fatura 144 milyon Lirayı aşıyor (23.06.12)... 
TBMM’e sunulan araştırma önergesine göre 45 dakikalık trafik tıkanıklığının bedeli yılda 2 milyar Doların üstünde (28.11.07)... 
Harcanan zaman, iş gücündeki kayıplar, fazla yakıt tüketimi yıllık kayıp 5 milyar 40 milyon TL (29.10.12)." Kaynak: http://www.herkesebilimteknoloji.com/yazarhp/trafik-derdine-care

SORU 2:  NEDEN İSRARLA KARAYOLU?